24 Ekim 2010 AKŞAM Gazetesi
MERHUMA ALLAH’TAN RAHMET,GERİDE KALANLARINA BAŞSAĞLIĞI VE SABIRLAR DİLERİZ .
Fehmi KİRAZ
TZYMB Genel Başkanı
Yönetim Kurulu adına
Türk siyasetinin son 40 yılında en önemli şahsiyetlerden biri olan Yılma Durak Birlik’te idi. Genel Başkanımız Fehmi KİRAZ’ın açılış konuşmasından sonra toplantıyı organize eden Sosyal Faaliyetler Sorumlumuz Mustafa Asım Mutlu tarafından Yılma Durak’ın özgeçmişi okundu ve söz kendisine bırakıldı. 12 Eylül öncesi, 12 Eylül ve sonrasını değerlendirip günümüze kadar gelen etkileri ile ilgili ufuk açıcı bilgiler veren Yılma Durak konuşmasında özetle şu konulara değindi:
Aziz dostlar, Türkiye çok önemli bir jeopolitik mekanı temsil ediyor , çok önemli bir jeostratejik mekanı temsil ediyorken stratejik bir politikanın, jeostratejik bir coğrafyanın en ciddi merkezlerinden bir tanesidir. Rahmetli Başbuğumuz’un bir sözü vardır. Diyor ki: “Himalayalar ’da korkutan bir fırtına veya İspanya’nın sahillerinde kopan bir fırtına orada sahilleri yalar geçer ama Anadolu’da kopan bir fırtına bütün bir dünyayı etkisi altına alır”. Bu coğrafya öyle bir coğrafya. Bana göre bu coğrafyada bu millet görevlendirilmiş bir millettir. Bu çetin coğrafyayı bu millet sırtına almış götürmüştür. Seksen öncesinde tabi bunu daha önceye almakta mümkündür. Ekim ihtilalinden sonra Churchill’nin avam kamarasında yaptığı çok önemli bir konuşma var. İhtilal olduktan sonra “Ey İngiliz elitleri, eğer Anadolu’yu boş bırakırsak, Anadolu’daki harekete dikkat etmezsek, korkarım ki oradaki idealistler Bolşeviklerle dirsek temasına geçer, bizim önümüzü tıkarlar. Hindistan yolunu tıkarlar.” diyor. Onun için çok önemli bir karara varmışlar. Biliyorsunuz İngilizler ve Fransızlar ihtilalden sonra Anadolu’yu terk etmişlerdir. Bu çok önemli bir mesele.
Daha sonra da 12 Eylül’den önce komünist ihtilalinin Türkiye üzerinde çok ciddi stratejik bir politikası var, bir projesi var. Şimdi orta yolu bulmalıyız. Ama kısa kısa hatırlatmak isterim. Biliyorsunuz Stalin Türkiye’den Boğazları, Kars’ı, Ardahan’ı istemiştir. “Bunu savaş sebebi yaparız” demişlerdir. Yani, Sovyetlerdeki ihtilalden sonra Anadolu Sovyetlerin stratejik hedeflerinden bir tanesidir ve bu stratejik hedef üzerinde de çok ciddi çalışmalar yapmıştır. Türkiye Komünist Partisi Moskova’da kurulmuş, Anadolu’da çok ciddi bir yapı oluşturmuştur.
Şimdi bir soruyu kendimize sormalıyız. Sovyetlerin çökmesine sebep olan Anadolu kapıları aralansa idi acaba Sovyetlerin çökmesine sebep olan bu yapı oluşur muydu? Hayır. Bunu nereden anlıyoruz? Türkiye Komünist Partisinin bilgilerden anlıyoruz ve Sovyetler Komünist Partisinin ortaya koyduğu bazı belgelerden anlıyoruz. Yani Anadolu kapılarının aralanması Sovyetler için çok önemli bir meseledir. Marksizm, Türkiye’de organize edilmiştir. Bunu Sovyetler organize etmiştir. Hepsi Sovyet kadrajına uygun hareket etmiştir. Bir çok Marksist’e sordum: “Sizin yürüyüşleriniz oluyordu, mitingleriniz oluyordu. Bu yürüyüşlerinizde, mitinglerinizde bir tek Türk bayrağı , bir tek Atatürk portresi, bir Türk büyüğünün portresi var mı?” “Yok.” Bu millet sizi seyrediyordu. Bu tiyatronun sahnesini kim tanzim etmişti diye bakıyordu. Sanki kendi evlatlarını yabancı gibi görüyor ve dışlıyorlardı.
13 Eylül’de bütün silahlarınız sustu. Üstelik oligarşik iktidar olmasına rağmen silahlarınız sustu. Sebep? Sebep şu. Siz halkla bütünleşen bir sistemi getirip koymadınız. Yani bu Hikmet Kıvılcımlar falan hep o gürültüde kayboldu gittiler. Yani bir Türk Marksizm’i, Anadolu Marksizm’i icad etmeye çalışanlar bu gürültüde kayboldu gittiler. Şimdi bunu şunun için anlatıyorum: 12 Eylül öncesindeki mücadele Türkiye’nin istiklal mücadelesidir. Bunu tüm dünya kabul etmesi lazım. Ben buna inanıyorum.
Üniversitede gençler arasında, aydınlar arasında Marksist düşüncenin karşısında bir hem fikri hem fiziki bakımdan ciddi bir yapı oluşturulmuştur. Biliyorsunuz Türkiye’de 1979 kısmi senatör seçimleri oldu. Bu kısmi senatör seçimleri çok önemli. Cumhuriyet Gazetesi 1980’de ihtilal öncesinde bir anket yayınladı. Eğer 1981 de seçim olsa idi MHP ya iktidar ya iktidar ortağıydı. Ecevit Meclis’te kalktı, çok enteresan bir konuşma yaptı. “Ey adalet partililer, tabanımız oyuluyor. Oyuldu. Faşizm iktidara geliyor” diyor. Peki 12 Eylül’de ne oldu? 12 Eylül’ün bir tek sebebi var aziz dostlarım. O da MHP’nin enterne edilmesi yani emperyal düşüncenin Amerika’ sı, Avrupa’ sı, hepsinin amacı iktidara gelme ihtimali olan MHP’yi 1980 yılının 12 Eylül’ünde engellemekti. Bunu Amerikan büyük elçisi de bir röportajında söylüyor: “Ne istiyorsunuz? Faşizm iktidara geliyor diye bunları uzaklaştırdık. Ne istiyorsunuz siz?” Türkiye’deki o günkü gelişmeleri kafamızda canlandırdığımızda görülen bu. 12 Eylül kesinlikle MHP’nin ve ülkücülerin enterne edilmesi için yapılmıştır. Bu yetmiş midir? Yetmemiştir. Yani bu fiziki uzaklaştırma fiziken MHP’yi enterne etmeye yetmemiştir.
80’den sonra Türkiye’de profesyonel fitne merkezleri kurulmuştur aziz dostlarım. Hepimizin kimyasını bozdular. Bütün Türk milliyetçilerinin kimyasını bozdular. Bu fitne merkezlerinin yaptığı bir tek şey var: ülkücü kadroları darmadağın etmek, köşelere sıkıştırmak. Bunu halen daha yapıyorlar. Onun için 12 Eylül’ü iyi tahlil ettiğimizde bir şey ile karşılaşıyoruz. O da şu: Bu ülkücüler hakikaten yaman adamlar yani çok oyunlar oynanıyor. Oyunlar oynanmaya da devam ediyor. Ama buna rağmen hiç bir güç, hiç bir kudret dünyada milliyetçilik fikrini yok edemez.
Batı milliyetçiliği yaşayan fakat söyleyemeyen bir fikri bütünlük içerisindedir. Hep batılılar milliyetçiliği yaşarlar söyleyemezler. Gevezeliğini yapmazlar. ama en küçük bir milli meseleye çok akıl almaz bir şekilde reaksiyon gösterirler.
Mesele şudur: Batı geçmişte milliyetçiliği söylüyordu, fazla yaşamıyordu. Şimdi batılılar milliyetçiliği konuşmuyorlar. Milliyetçilik ile ilgili hiç bir nutuk atmıyorlar ama milliyetçiliği yaşıyorlar. Yaşanılan bir hayat haline getirmişler. Araplar Mercedes’ i satın almak istediler, Almanya’ya çok büyük paralar teklif ettiler. Alman sanayicileri oturdular. “Ne problemin var kardeşim! Almanya’yı temsil ediyor bu marka, bunu satamazsın” deyip sattırmadılar. Şunu söylemek istiyorum. Yani milliyetçilik, milliyetçi olmak, milliyetçi düşünceye sahip olmak, çağdışı falan… Asıl ilkellik bunlarda. Bunları ben de şuna benzetiyorum. Bu eski bizim Türk filmleri var. Böyle ailesini beğenmeyen bir takım özenti içerisinde olan kızlar var. Tıpkı bunlar gibi hakikaten böyle bir zihniyete, psikolojik yapıya sahip insanlar.
12 Eylül, Türk milliyetçiliğini enterne etmek için yapılmıştır. Bunu bilmeniz lazım. 12 Eylül’den sonra bu az evvel arz ettiğim fitne merkezlerinden dolayı da maalesef çok ciddi propaganda bombardımanı olmuş ve hakikaten de bizim kimyamızı bozmaya çalışmışlardır. Tabi ki bunları oturup, sohbet etmemiz lazım, konuşmamız lazım. “Ne yapmamız gerekiyor?” sorusunu sormak lazım, bizim her birimizin cevap bulması lazım. Cevap yetmez. Türkiye’de Güç birliğine de ihtiyacımız var. Şu anda bile bizi darmadağın etmek için çok ciddi oyunlar oynandığını hepimiz biliyoruz. Peki, bunun dış sebepleri nelerdir?
Zbigniew Brzezinski büyük satranç tahtası adlı kitabında diyor ki: “Emperyalizm insanlık tarihi kadar eskidir.” İnsanlık tarihi kadar eski olan emperyalizmin çehresi yeniden tanzim edilmiştir. Bugün Orta Doğu’ya baktığınızda çok önemli bazı şeyleri yine Zbigniew Brzezinski’ nin lafıyla söyledikten sonra bu tanzime bakacağız. Türkiye’ye bakmamız lazım çünkü çoğu soruların cevabının bir kısmını orada bulabiliriz. Diyor ki; “denizlere hakim olan dünyaya hakim olur. uzaya hakim olan dünyaya hakim olur” bu stratejiler çok tartışılmıştır. Kara Hakimiyet Teorisine göre de : “Anakaraya hakim olan dünyaya hakim olur”. Peki anakaralar! Avrasya, Orta Asya’ya sahip olan dünyaya hakim olur. “Ey Amerika” diyor, “eğer küresel güç olmak istiyorsan burayı yöneteceksin. Aksi taktirde sen küresel güç olamazsın. Niye burayı yönetmen lazım? Sebep bir : Dünyadaki enerji kaynaklarının ¾’ ü burada. Sebep iki : Gayrı safi milli hasılanın %66 sı burada, pazarında burası diyor. Burayı yönetmen lazım” diyor ve bugün Afganistan’da, Irak’ta bu Avrasya coğrafyasında bazı ihtilaller oluyor. Bunların bir tek sebebi var. Sebep şu! Burayı yönetmek.
Şimdi burada önemli olan bir şey var. Amerika 11 Eylül’e kadar Türkiye’yi stratejik bir hedef olarak görmüyordu. 11 Eylül’den sonra rol dönmeye başladı. Amerika dört tane Arap’ın kendisini mağlup etmesini sindirebilir mi? Hazmedebilir mi? Hazmedemez. Bu algı Amerika’yı perişan ediyor. Bush “okyanus bile bizi koruyamadı” dedi. Çok büyük bir itiraf bu. Evet koruyamadı onları . Evet, bu işi az çok bilen bir insan olarak söylüyorum. Bir insan kendi hayatından vazgeçebilmesi için parayla sen onu kandıramazsın. Eğer bir imanı, inancı varsa bunun uğruna hayatını feda edebilir. 11 Eylül’den sonra Türkiye, Batı için, Amerika için stratejik bir önem kazandı. Ve bu önemden sonra işte büyük Orta Doğu (BOP) Projesi ve bir kısım İslam tezleri telaffuz edilmeye başlandı.
Orta Doğu’yu İngilizler hakikaten tanzim etmişlerdir. Nasıl tanzim etmişlerdir? “Barışa son veren barış” anlayışıyla yok etmişlerdir. Orta Doğu’daki çizilen bütün hudutlar “barışa son veren barış” anlayışıyla çizilmişlerdir. Çünkü bütün Orta Doğu’daki ülkeler etnik, mezhepsel, dini bütün farklılıkları o ülkelerde diri tutarak haritalarını çizmişlerdir.
İngilizler Hüseyin’e 400 bin altın vererek, bir oğlu olan Faysal’ a Irak Devletini kurdurmuşlardır. Bir oğlu olan Abdullah’a da Lübnan Devletini kurdurmuşlardır. Hepimiz bu bölgede faaliyet göstermiş olan Laurence ismini biliyoruz. Ama onun hocası Churchill’ dir. Böyle bir coğrafyada Irak diye bir devlet var mıydı yeryüzünde? Yok.. Ama 1920’lerden sonra Irak diye bir devlet öylesine tanzim edildi ki içinde mezhep, etnik yapı, çeşitli dini grupların olduğu bir yapı. “Barışa son veren barış” anlayışıyla bu Orta Doğu’yu tanzim ettikleri için biz bugün hep beraber gelinen sonucu görüyoruz.
Dünya da emperyalizm cahil ülkeyi cahil bırakarak, orda dini irşat noktalarında temsil ettirilmek ister. Bunun en önemlisi Taliban’ dır. Biliyorsunuz Afganistan’da Talibanlar, talebe hareketleri, Bin Ladin’in oluşturduğu bir çit. Ama orda öyle bir İslam anlayışı var ki bizim Kur’ an-ı Kerim’de anladığımız ifrattan, tefritten uzak orta yolu tavsiye eden bir İslam değil. Çünkü orada oradaki cehaletin üzerine, Talibanlar teşkilatlandırılmıştır. Korkunç bir cehalet var, İslam anlayışı içinde korkunç bir ifrat var. Bu durum bütün Orta Doğu’da da iyi tanzim ediliyor ve emperyalizmin bu hoş olmayan, kötü çevresi kullanılıyor.
Orta Doğu’yu tanzim edenler, şimdi bir şey daha yapıyorlar. O da şu: Kafkasya, Orta Doğu ve Arap politikalarını bir saç ayağı üzerine tanzim etmeye çalışıyorlar. Nedir o? Ermenistan, Kürdistan ve İsrail. Her emelin koridorlarını kontrol etmek, hem de bu coğrafyada bütün politikalarını bu üç sacayak üzerine tanzim etmek istiyorlar. Türkiye’de bu İngiliz akımını uygulamaya çalışıyorlar. Yani bugün artık bilinen bir gerçek var. Gerek İsrail Devletinin Arap Yarımadası içerisinde yaşayabilmesi için gerekse bu dediğim iki sebepten dolayı bir Orta Doğu’da, bizim güneyimizde, Irak’ın Kuzeyinde bir Kürt Devleti organize edilmiştir. Bu Amerika’nın, İsrail’in hayati bir meselesidir. PKK’yı Türkiye’de kim organize etti Allah aşkına? Kim dağa çıkardı? Yani bu halk, bu medeniyet, demokrasi, hürriyet, işte kuruluş kimliği gibi ağızlarına yakışmayan bu lafları işittirerek Türkiye’de birilerine “Allah Allah” dedirtecek bu lafları sürekli ettiriyorlar, ettirmeye çalışıyorlar. Ben Batı’da bulunan Kürt yoğunluğunun %60-%70 i içinde oldum ve bu sorunun nasıl çözüleceği gayreti içinde oldum. Bakınız Türkiye’deki bu PKK’nın arkasında önce Taşnak Teşkilatı yani Ermeniler var. Yani şimdi unutuluyor. İşte bu Ermeni meselesi, Ermeniler’ in Anadolu toprakları üzerindeki gayretleridir! Çünkü ortada bir PKK var. PKK’yı teşkilatlandıran, PKK’ ya lojistik destek veren Batı’da yaşayan Ermeniler ve Taşnak Teşkilatıdır.
Taşnak Teşkilatı, 1868’lerda kurulmuş, Sovyetler’ in içerisinde enternasyona iştirak etmiş böle bir enternasyonun üyesi olmuş bir teşkilattır. Mesela hiç söylenmeyen çok enteresan bir olay var: bu Taşnak Teşkilatları 1944-45’lerde Nazilere de yardım etmişlerdir.
Şimdi bunu şunun için söylüyorum PKK’nın ortaya çıkışının sebebi Büyük Kürdistan ve Büyük Ermenistan meselesidir. Ermenistan biraz ertelemiş gibi görünüyor ama Büyük Kürdistan idealine ve hedefine göre PKK tanzim edilmiştir. PKK sadece bizim askerimize kurşun sıkmamıştır. Kendisine karşı çıkan aşiretlerin bebeklerini bile öldürerek bir savaşın içerisine girmiştir.
Peşmergeler maalesef Amerikan elbisesi giyerek, Türkmenlere, sünni Araplara, Şii Araplara büyük ızdırap vermişlerdir. Dolayısıyla bugün din, mezhep, kürt, arap gerginliği çok b
Yaş,cinsiyet,hamilelik,,hastalık,emziklilik ve harcanan efora göre farklı oranlarda alınması gerekli protein, karbonhidrat, yağ, vitamin,mineral ve su ihtiyacı ancak yeterli, sağlıklı(güvenilir), dengeli gıdalar ile sağlanabilir.
Dünyamızda bir milyarın üstünde insan açlıkla mücadele etmektedir. Açlıkla mücadelede en önemli unsur yeterli miktarda gıda üretimidir. Üretimin yanında daha da önem arz eden konu ise gıdaların sağlıklı olabilmesi ve insan sağlığı için risk kaynağı oluşturan unsurları içinde taşımamasıdır. Beslenmek için aldığımız gıdalar sindirim sonucunda, bünyemizin bir parçası haline gelmektedir.
Gıda maddeleri üretimi, doğada mevcut hava, su ve topraktan oluşan bir sistem içinde gerçekleştirilmektedir Bu nedenle gıda maddesi ister bitkisel, ister hayvansal kökenli olsun çevrenin doğanın yakın etkisi altında bulunmaktadır.
Doğa ve gıdalar hızlı nüfus artışı, sağlıksız kentleşme, sanayileşme sonucu oluşan atık ve artıkların çevreye bırakılması ve uygulanan işleme teknolojileri sonucu kirlenmektedir. Bu durumdan tüm canlılar etkilendiği gibi gıda maddeleri de katkı, kalıntı ve bulaşan maddelerden etkilenmektedir. Bu etkilenmelerden ortaya çıkan risklerle ilgili çalışmalar yapılmamıştır.
Yetkililere buradan sormak istiyoruz? İçinde bulunduğumuz yıl içerisinde hububatta hasat döneminden önce meydana gelen yağışlardan dolayı oluşabilecek toksin maddeleri araştırılmış mıdır? TMO tarafından ambarlarda uzun süre bekletildikten sonra tüketiciye sunulan fındıklarda aflatoksin düzeyi incelenmiş midir? Su kirliliğinin hat safhaya ulaştığı akarsu ve denizlerle ilgili araştırma yapılarak tehlikeli bulunan yerlerde su ürünleri üretim ve avcılığı yasaklanmış mıdır?
Ülkemiz insanı öngörüsüz politikalardan dolayı et yiyemez hale gelmiştir. Hayvancılık konusundaki politika ithalat dışına çıkarılamamış, hala altyapı ve hayvan üretim hamlesi ile ilgili tedbirlere ve politikalara başlanılmamıştır.
Domates tarladan 50 Kuruşa çıkıp tüketicinin sofrasına 3,5-4 TL’ye gelmektedir. Soğanı, patatesi keza yine aynıdır. 2007 yılında ülkemizde domates güvesi görülmesine rağmen önlem alınmaması ve içinde bulunduğumuz yıl için domates arzındaki daralmanın bahanesinin olmadığı bir gerçektir.
Türkiye de 30 yıldır gıda günü kutlamaları kendin çal kendin oyna politikası ile kutlanmaktadır. Hala kişilerin yeterli besine ulaşabilmesini sağlayacak tedbir ve politikalar oluşturulmamıştır. Bölgeler ve sınıflar arası gıda dağılımını gösterecek kapsamlı veri çalışmaları yapılmamıştır.
Ülkemiz de 2 milyon kişi açlık sınırının altında, içinde bulunduğumuz yılda nüfusumuzun %53 ü gıdasından tasarrufa giderek 40 milyon insan yetersiz beslenmektedir. Çocuk ölümlerinde ciddi bir düşüş gözlense de oran hala yüksek. 5 yaş altı çocukların yüzde 30 unda görülen ishal yaygın bir hastalık. Belli besinlerin yokluğundan kaynaklanan hastalıklar beş yaş altı, okul öncesi dönemdeki ve doğum çağındaki kadınlarda sorunlar devam etmektedir.
Bütün bu sıkıntılar dünyamızda ve ülkemizde devam ederken uluslararası finans kuruluşlarını yönlendirenler günlüğü 2000 Euro’luk lüks saltanatlarını sürdürebilmektedir. Uluslar arası finans kuruluşlarına haftada bir milyar dolar ödeme yapan ülkemiz insanı yukarıdaki acı tabloyu hiçte hak etmemektedir.
Tarım sektörü ve gıda sanayi, tüm ülkelerde olduğu gibi, ülkemizde de stratejik öneme sahip bir sektördür. “Tarladan sofraya gıda güvenliği’’ kavramı çerçevesinde, konu üretici ve sanayici, gerekse tüketiciler açısından büyük önem taşımaktadır. Ulusal bağımsızlığımız ancak; tarım sektörümüzün bütün unsurlarıyla sürdürülebilirliğinin sağlanması, biyoçeşitliliğimiz dahil, doğal ve insan gücü kaynaklarımızın ülkemiz menfaati doğrultusunda kullanılarak gıda güvenliğinin teminat altına alınması ile mümkündür.
Ülkemiz tarımsal ve gıda politikalarının dış dayatmaların yönlendirmelerine bağlı olarak değil milletimizin ihtiyacına ve stratejik planlamalarımıza bağlı olarak planlanması ve uygulanması kaçınılmazdır.
Tarım Sektörü; alt yapı sorunları, girdi maliyetlerinin yüksekliği ve tarıma verilen sübvansiyonların düşüklüğü nedenleriyle üretim maliyetlerinin yüksek olması sonucunda AB ile rekabet edebilecek seviyede değildir. Bu koşullarda tarımsal ürünlerin AB ile serbest dolaşım kapsamı dahiline alınması, Türk tarımının geri dönülmez ölçüde tahribine yol açmaktadır. Sürdürülmekte olan AB ve DTÖ süreci, tarım ve gıda sektörünün orta uzun dönemdeki yapısı üzerinde temel belirleyici bir rol oynayacaktır. DTÖ sürecinde gelişmiş ülkelerce önerilen “liberalizasyon” süreci, eşit olmayanlar arasında adaletsiz bir rekabet ortamını hedeflemektedir. AB ise genişleme süreçlerine fon sağlamamakta, tarıma ve serbest dolaşıma kalıcı ayrıcalıklar getirerek, Türkiye’yi kendi aşkın üretim kapasitesi için “pazar” haline getirmeye çalışmaktadır. Bu sonucun önüne geçebilmek için, gelişmiş ülkelerce yıllardır uygulandığı üzere, ülkemizde de altyapı sorunlarının çözümü ile üretim maliyetlerinin düşürülmesi için tarım sektörüne kaynak transferi zorunludur.
Gıda sanayimiz, çok sayıda küçük işletmenin var olması, tarımsal üretici veya işleyici örgütleri, tüketici örgütleri gibi sivil örgütlenme yetersizliği, kayıt dışılık nedeniyle izlenebilirliğin sağlanamaması, denetim mekanizmasının yetersizliği, yetki kargaşası ve nitelikli eleman eksikliği gibi birçok sıkıntı ile karşı karşıyadır. Gıda güvenliği açısından zaten yetersiz olan 5179 sayılı yasa Belediyeler Kanunu, il özel idareleri kanunları ile kadük hale getirilmiş, yetki ve uygulamada farklılıklar yaratmıştır. Mesleki ve bireysel beklentiler aşılarak, ülkemiz gerçeklerine uygun ve gıda sanayimizin sorunlarını çözme odaklı, halkımızın nitelikli gıdaya yeterli ve uygun fiyat üzerinden erişmesini sağlayıcı düzenlemeler yapılmalı, Belediyeler ile Tarım ve Köyişleri Bakanlığı arasında yaratılan yetki kargaşası çözülmeli ve yetkiler tek elde toplanmalıdır.
Gıda denetiminde yetkili Tarım ve Köyişleri Bakanlığı’na, sorumluluğunu yürütebilecek düzeyde eleman alınmalı, denetim ve kontrole yönelik altyapı eksiklikleri giderilmelidir. Tüketici, gıda konusunda doğru bilgilendirilmeli, Bakanlığın alt çalışma gruplarında tüketici, üretici, sanayici, meslek örgütü oda ve derneklerini temsil eden sivil toplum örgütleri de yer almalıdır.
Kayıt dışılık tüm yetkili kurumların işbirliği ile engellenmeli, gıda işletmelerinin tümü kayıt altına alınmalı, gıda denetimlerinde “Çiftlikten Sofraya Gıda Güvenilirliği” ilkesi hayata geçirilmelidir.
Fehmi KİRAZ
Genel Başkan
TÜRK ZİRAAT YÜKSEK MÜHENDİSLERİ BİRLİĞİ GELENEKSEL CUMARTESİ SOHBETLERİ |
|
KONU | 1980 DARBESİ VE 12 EYLÜL 2010 REFERANDUM SONUÇLARI |
BİLGİ SUNAN | YILMA DURAK |
TARİH | 9 Ekim 2010 Cumartesi |
SAAT | 14:00 |
YER |
PROF.DR.ORHAN DÜZGÜNEŞ TOPLANTI SALONU |
Sohbet toplantımıza tüm üyelerimiz davetlidir. (TZYMB Yönetim Kurulu) |
Anneye geçmiş olsun dileklerimizi iletir, minik yavrumuza sağlıklı ve güzel bir ömür dileriz…
Fehmi KİRAZ
TZYMB Genel Başkanı
Yönetim Kurulu adına
Üyelerimizden Türkiye Şeker Fabrikalarında görev yapmakta olan Dr. Koç Mehmet ERTUĞRUL’un kayınpederi vefat etmiştir.
Cenazesi bugün Kalabadaki Eyüp Sultan Camiinde cuma namazına müteakip kaldırılacaktır.
Merhuma Allâh’tan rahmet, ailesine, yakınlarına, geride kalanlarına başsağlığı ve sabırlar dileriz.
Fehmi KİRAZ
TZYMB Genel Başkanı
Yönetim Kurulu adına